Son zamanlarda bana sıkça gelen sorulardan biri sosyal antropolog olmanın şirketlerde nasıl bir farklılık yarattığı idi. Ben de işe ilk başladığım zamanlar bu farkı algılamaya başlamış ve çevreme de aktarmaya çalışmıştım. Acaba Nasa’da bilim üreten bir bilimadamı olmak; üniversitede akademisyen olmak ile bir şirkette sosyal antropolog olmak arasındaki fark neydi ?

İlk ilgilendiğim alan şirkette bilim yapılır mı sorusu oldu. Sosyal antropoloji öyle bir bilim dalıdır ki her alanda çalışmanıza müsade verir. Çünkü alanınız insanın tüm yarattıklarıdır. İnsanın bir yaratısı da şirketler değil midir?

Şirketleri insan grupları oluşturmaktadır. İçinde yaşadığınız şirketin farklı bir kültürü olmak zorundadır. Barındırdığı her çalışanı bu kültüre hizmet etmek üzere çalışır. Şirket vizyonunu ve üretimini bu ortak kültüre borçludur. Ayrı uzmanlık dallarından gelmiş insanları; aynı vizyon ve misyonda birleştirmek zorundadır.

Şirkettler koca birer kabileye benzer. Topluklarda çocukların toplumun yaşaması için eğitildiği gibi; şirketler de çalışanlarını şirkettin varlığını sürdürebilmek üzere eğitirler. Onları aynı ortak hedeflere ulaşmak adına geliştirirler.

Bir çalışan günün büyük bir bölümünü şirkette ve diğer çalışanlarla yarattığı sosyal ortamda geçirmek durumdadır. Bu ortak kullanım alanları ve çıkarlar kişileri sosyal ortama uyma davranışıyla eğitir. Her şirketin müşterilerine ilettiği görüntüsü; aslında biraraya topladığı insanların yarattığı bir kültürdür de...

Peki bir sosyal antropolog diğer uzmanlık alanlarından farklı olarak şirketlere ne katabilir?

Sosyal antropologlar topluluk içine katıldıkları ilk günden itibaren adaptasyon sorunu yaşamazlar çünkü; sosyal antropologlar içine girdikleri her topluluğu ilk önce anlamaya çalışırlar. Anlamakla da kalmazlar; organizasyon yapılarını daha üstten bambaşka bir anlayışla iredelerler de. İşleyen; işlemeyen akış ve yapılanmaları çok daha hızlı görebilirler. Üstelik bu işleyişlerin nedenlerini anlamakta zorlanmazlar çünkü; daha önce mutlaka farklı toplulukları incelemiş ve davranışların altına yatan nedenleri çözmek için üzerine düşünmüş, beyin jimnastiği yapmışlardır.

Üniversitelerin Türkiye’de en eksik yanı iş hayatından çok uzak olmasıdır. Kişilere bilim yada sektör seçimi yaptıracak kadar vasat giden bakış açıları olabilir. Hepimiz birer Malinowski olacakmışız gibi eğitilirken aslında yaşadığımız hayat içinde akıp giden bir sosyal antropolojinin varlığını unutabiliriz. Bakkal dahi olsak bunu yakalamak çok kolay. Müşterileri tanımak demek onları antropolojik olarak araştırmak demektir. Müşterisini tanımayan firma batar. Oysa üniversite eğitiminde bize bu seçeneği çoğu zaman tanınmamaktadır. Kendimizi birer ulvi ama nostaljik bilimadamı gibi düşlerken; gelecek ve şimdi elimizden kaçıveriyor.

Oysa hayatın içindeki antropoloji yakalanabilir, incelenebilir ve geliştirilebilir. Bu çok mümkün. Bizler sosyal antropoloji bölümünde okurken diğer bölümlerden bir adım daha öndeyiz çünkü ; tüm yaşamın birer araştırma alanı olduğu bizlere öğretildi. Marketlerde ürünlerin alınma eğilimlerinin, hangi rafa hangi ürünün konulacağının, her ülkede farklı anlayışla iş yapılması gerekliliğinin farkındayız. Bu bilgiler önümüzde araştırma alanları olarak uzanıyor.

Üstelik bizler çoğu zaman sektörlerin bize alan yaratmasını beklemeden grupların içine girerek kendimizi gösterme şansı da bulabiliyoruz çünkü; dünyanın peşinden gittiği farklılık bizlere daha üniversitede iken örnekleriyle sunuluyor. Farklı toplumları inceliyor, araştırıyor ve kendi iç işleşiylerini nasıl bu kadar mükemmel hale getirebiliyorlar sorusunu defalarca soruyoruz.

Sosyal antropolojinin iş hayatında bir diğer önemli farklılığı bizlerin grafikler, tablolar, istatistiklerin anlamına varabiliyor olmamız. Çoğu zaman sosyal davranışların; ölçülemez birer fenomen gibi göründüğü alanlarda çok anlamlı verilere ulaşabiliyoruz. Attığımız her çentik aslında bir grubun davranış eğrisini bulmak ve bunu anlamlı hale getirmek için bilgi olarak elimize geliyor. Biz hiç de göründüğümüz kadar teorik değiliz. Amacımız yaşayan, varolan süregelen davranışları çözümleyebilmek olabiliyor.

İnsan ilişkilerinde de artılarımız çok daha fazla. İş hayatında kaynakları doğru analiz etme; kişilerin topluluk içindeki davranışlarını anlamak bize çok basit gelir. Çünkü biz bunun için eğitildik, kimseyi davranışı nedeniyle kınamaz aksine anlamaya çalışır çoğu zaman o davranmadan önce ne yapacağını anlarız. İşin en basitinden başlamak bizi yıldırmaz. Çünkü biliriz ki bir topluluk içinde kabul görmek en önemli kozumuzdur ve bunun için de eğitilmişizdir.

Asıl en önemli bilgimiz kendimizin değerini anlamak olmalıdır. Bir antropolog için dünya üzerindeki her kabile, sosyal topluluk vb. gibi alanlar dışında şirketler de birer araştırma alanıdır. Üstelik ülkemizde bu çok el atılmamış bir alandır ve özgür düşünceye açıktır. Sadece araştırma şirketleri, müzeler değil, çok uluslu şirketler, çok büyük şirketler, çalışan sayısı fazla olan alanlar bizler için dokunulmamış araştırma alanlarıdır. Kendimizi bu düşünce ile varettiğimiz her ortam farkında olmadan farklı değerlendirilmemiz için bizleri alır götürür. Yeter ki sosyal antropolojinin değerli bir bilim olduğu, her alanda varedilebileceği ve nerede yapılırsa yapılsın bilim olduğunun unutulmamasıdır.

Şirketlerde öğrenilen ya da edinilen bilgiler de genelgeçer bazı bilgilere ulaştırabilir kişiyi. Bir şirket adı altında olmak bilim yapmayı, uluslarası bir enformansyona varmayı engellemez. Önemli olan bilimi yaşamın içinde aramaktır. Yaşamın uzağında edinilen her bilgi bizim yaşamınızda anlamlandığı derece önemli günümüzde. Belki bundan sonra sosyal antropolojide uzmanlık alanları oluşturulması fikri daha anlamlı gelmeye başlayacak bizlere. Ekonomik antropoloji ve şirket, tüketim antropolojisi gibi daha derinlikli uzmanlıklara ihtiyacımız olacak. Şanslıyız ki bize el değmemiş geniş araştırma alanları olan bir bilimin bilgisi aktarılmıştır. Geliştirmek ya da üniversite kültürü aldım yeter demek tamamen kişilerin iradelerine bağlıdır. Bilim sadece üniversitelerde değildir. Orası bizlere bilim yapmayı, analitik düşünmeyi, objektif olmayı öğreten yerdir. Bu bilgileri değerlendirmek tamamen sosyal antropologların becerilerine kalmıştır.

Türkiye’ne sosyal antropolog olmak aslında göründüğünden çok daha kıdemli bir uzmanlık alanıdır. Kendinizi ifade edebilmeniz; olgun ve anlayışlı bakış açınız sizlere farklılık kazandıracaktır. Eğer elinizdeki bilgi zenginliğinin fakındaysanız; en altta olmaktan korkmazsanız ve yükselecek donanımınız varsa kimse sizi aynı yerde tutamaz; her şeyden önce sistem sizleri değerlendirmek isteyecektir.

Sevgiler…

 

Pınar ATANUR Hakkında


1980 Kırıkkale doğumluyum. 1997 yılında İ.Ü. Sosyal Antropoloji Bölümüne kabul edildim. 2002 yılı ilk dönemi tek ders sınavı ile mezun oldum. Okul yaşantım boyunca görsel belgeleme çalışması olarak “Tabutlar ve Yapılışları”, “Sosyal Antropolojik Açıdan İ.Ü.Ed. Fak. Sosyal Antropoloji Öğrencilerinin Demografik Profili” adında iki çalışma yaptım.

Kısa bir süre HBB televizyonunda muhabirlik yaptım. Öğrencilik yıllarımdan beri fotoğraf çekiyorum. Şu anda kurumsal bir şirkette Teknik Eğitim Uzmanlığı yapmaktayım. Çok yoğun ve tempolu çalışmam devam ediyor. İş yaşamında onun üzerinde sertifikam var. Özellikle yetişkin eğitimi ilgimi çeken konular arasında.

İleri dönemlerde endüstriyel antropoloji dalında özellikle Kurum Kültürü ve Organizasyonları konusunda kendimi geliştirmek istiyorum.

Pınar ATANUR''a ulaşmak için: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. adresine yazabilirsiniz.