Merhaba,

Bir önceki yazımızda ülkemizde antropolojinin durumu, antropologların iş yaşamında karşılarına çıkan sorunlar ve istihdamlarına yönelik konulara kısaca değinmeye çalışmıştık. "Antropoloji öğrenimi üzerine..." başlıklı yazımızın ardından okurlarımızın bizleri destekleyen pekçok maili tarafımıza ulaştı.

Bu maillerden bir tanesini sizlerle paylaşarak açmış olduğumuz konuya devam etmek istiyoruz. Halen öğrenim görmekte olan genç antropolog adayları, mezun antropologlar sizlerin de görüşlerinizi bekliyoruz. Gerek iş yaşamında gerekse akademik yaşamda karşınıza çıkan sorunları, bu sorunların çözümü sırasında yaşadıklarınızı bizlerle paylaşın... Kısa hatırlatmamızın ardından Sayın Mehtap Canver''in maili ile sizleri başbaşa bırakıyorum.', 'Merhaba,

Bir önceki yazımızda ülkemizde antropolojinin durumu, antropologların iş yaşamında karşılarına çıkan sorunlar ve istihdamlarına yönelik konulara kısaca değinmeye çalışmıştık. "Antropoloji öğrenimi üzerine..." başlıklı yazımızın ardından okurlarımızın bizleri destekleyen pekçok maili tarafımıza ulaştı. Bu maillerden bir tanesini sizlerle paylaşarak açmış olduğumuz konuya devam etmek istiyoruz. Halen öğrenim görmekte olan genç antropolog adayları, mezun antropologlar sizlerin de görüşlerinizi bekliyoruz. Gerek iş yaşamında gerekse akademik yaşamda karşınıza çıkan sorunları, bu sorunların çözümü sırasında yaşadıklarınızı bizlerle paylaşın... Kısa hatırlatmamızın ardından Sayın Mehtap Canver''in maili ile sizleri başbaşa bırakıyorum.

H. Murat BABADALI


Türkiye’de “Antropolog” Olmak*

Antropoloji bölümünden mezunsanız, sosyoloji, tarih ya da psikoloji gibi sosyal bilimler sınıflandırması içinde yer alsa da Türkiye’de hala gerçek bilimsel değerine ulaşmamış olması nedeniyle bir sosyolog, psikolog ya da tarihçi gibi sosyal bilimci olarak değerlendirilmemeye ve bu ünvanı taşımanın zorluklarıyla karşı karşıya kalmaya hazır olmalısınız.

Peki neden? Bu soruya yanıt vermek aslında çok da zor değil. Bir çok şey sıralayabiliriz bunun için;
Bu bölümü kazanmak için diğer her aday gibi üniversite sınavından geçtik. Belki tercih sıralamamızda en üstlerde yer almadı. Biz tercih ettik ve oradaydık. Diğer yandan mesleki bilgi veren kitapçıklardaki antropoloji’nin “toplumsal araştırmalar yapan kültür bilimidir” şeklindeki açıklamalarından, bölüm mezunlarının iş sahası bulmakta ne kadar zorlandığını da çıkaramadık. Öğrenme ve araştırmayla geçecek dört yıl hayal ettik. Açıkçası öyle de tam dört yıl geçti. Ama sonrası?

Bizler antropoloji eğitimi gördüğümüz sıralarda hiçbir öğretim üyesinden, mezuniyet sonrasıyla ilgili, gerçek hayata ilişkin bilgiler almadık. Bize iş bulmakta zorluk çekeceğimiz pek nadir olarak söylense de, nasıl iş bulabileceğimiz konusunda yardımcı bilgiler verilmedi. İş hayatına dahil edilebilmemiz için bir yönlendirme yapılmadı. Tabii kendi hayatımızı zora sokmakta bizim payımızda az değil, yaşımızın da verdiği o cesaret ve iş yaşamına dair sadece duyumlardan ibaret bilgimiz bizi, idealistliğimiz sayesinde her şeyi yoluna koyabiliriz yanılgısına götürdü. Sonra antropolojiyi iş başvurularında anlatmaya çalışırken bulduk kendimizi. Telaffuz bile edemedikleri bir bölümü işverenlere anlatmak hiç kolay olmadı. Ama en azından artık onlar antropolojiyi biliyor!

Üniversitede iken öğretmenlik formasyonu almamız için hiçbir engel yoktu. Hatta bu formasyonu alırken Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda staj bile yaptık. Ama mezun olduktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı atamamızı yapmadı. Çünkü kadrolu olarak alınacak öğretmenlerin mezun olduğu bölümler listesinde antropoloji yoktu. Orada da kimse bizi tanımıyordu. Sonra ek krediler ve ardından öğretmenlik formasyonu için mezuniyet sonrasında eğitim programı gerekliliği ortaya çıktı. Tabi o listelerin içinde de yer alamadık.

Kendimizi geliştirmek için bir şey yapamadık, evet. Ama diğer bölümlerdeki gibi sunumlar, seminerler ve söyleşilere katılamamamızın sebebi isteksizlik değildi. Diğer bölümlerdeki öğrenciler, onlara kalan mirası en iyi şekilde değerlendirerek kendilerini zenginleştirirken, biz olmayan bir antropoloji geçmişiyle yalnız bırakıldık. Bize bu mirası bırakmak sanırım yalnızca öğrenim gören öğrencilerin görevi değildi. Bu konuda işin uzmanı olarak üniversitelerde görev yapan öğretim üyelerinin payı yok denebilir mi? Hayır.

Antropoloji Derneği’ne gelince, adını okuduğumuz süre boyunca sadece bizim duyduğumuz, güncel konular etrafında yoğunlaşmayan, yaşadığımız ülkeye ait toplumsal değerlendirmelerde bulunmayan bir dernek oldu ve sadece kendi mezunlarına bir şeyler söylemekten öteye gidemedi. Sadece kapalı kapılar ardından bulunduğu toplumu değerlendiren antropologlar sanırım bir tek Türkiye’de var.

Bu gün televizyon ve yazılı basın en yaygın iletişim araçları olmakla birlikte, sesimizi duyurmanın da bir yolu. Toplumsal bir olayın ardından -televizyonda ya da yazılı basında- olayı kendi alanları içinde değerlendiren bir sosyolog, bir psikolog, bir psikolojik danışman,bir tarihçi duyabiliyoruz. Peki yaşanan olayın kültürel tarafını değerlendiren bir antropolog neden duyamıyoruz? Bu yorumu yapacak adımızı duyuracak kimse yok. Bu durumda antropolojinin ne olduğunu anlatma ve tanıtma imkanımızda kayboluyor demektir. Çünkü antropoloji eğitimi gören bir öğrenci ya da mezun olmuş bir antropoloğun yorumu değil istenen. Burada beklenen, bu yorumun akademik donanıma sahip bir uzman tarafından, fakültedeki öğretim üyeleri tarafından, yapılmasıdır.

Türkiye’de araştırılacak konu mu kalmadı, kültürel temelde değerlendirilecek bir olay mı yaşanmıyor ki bir iki isim dışında hiçbir antropoloğun araştırmasını kitapevlerinde görmüyoruz? Neden akademik kadromuzda yer alan öğretim üyelerinin ismiyle araştırmalara rastlamıyoruz? Bunca sene sahada yaptığımız antropolojik araştırmaların biriktiği üniversitemizde bu bilgiler neden kullanılmıyor? Neden tek bir değerlendirme bile yok? Bu bilgiler neden okur kitlesine sunulmuyor?

Bütün bunlar sadece mezun olanların yapabileceği bir şey değil.

Organize olmayan ve bizleri organize etmeyen, antropolojinin ne olduğunu antropoloji öğrencileri dışındakilere anlatmaya ve antropolojiyi tanıtmaya çaba göstermeyen öğretim üyelerinin de yapması gerekenler var. Çünkü onların ellerinde hiç birimizin elinde olmayan bir güç var. Onların Türkiye’de “antropolojiyi”, “antropolog olmayı” anlatabilecek ve geliştirebilecek akademik platformları var. Ama sahip oldukları yetkiyi antropolojinin Türkiye’de hak ettiği yeri bulması için kullanmıyorlar, harekete geçmiyorlar.

Görüldüğü üzere bu konuda sorumlu olan tercihini antropoloji eğitimi almaktan yana kullanmış birey değil. Üniversitedeki öğretim üyelerinin ve devletin politikalarındaki bu konuya yönelik duyarsızlıkları da asla azımsanamaz.

Bütün bu zorlukların yanında bu ülkede de antropoloji eğitimi olmalı diyorum çünkü; hiçbir sosyal olayı kendi kültürel tarihi dışında değerlendiremezsiniz. Toplumun kültürel yapısını bilmeniz gerekir. Gerçek olan insanın miras aldığı ve miras bırakacağı kültürün kendisidir. Toplum olarak kendimizi anlamak ve anlamlandırmak ancak antropolojik bir temelle de bakılırsa sağlanabilir.

Sonuç olarak; artık antropoloji Türkiye’de hak ettiği değeri kazansın istiyorum. Antropoloji ile ilgili bilimsel seminerlere katılmak, sosyal bilimciler dendiğinde antropologlar da akla gelsin istiyorum. Artık “antropoloji ne demek” sorusuyla karşılaşmak istemiyorum. Bu ülkede toplumsal araştırma denildiğinde antropoloji de akla gelsin istiyorum. Kültürel araştırmalar yapalım istiyorum. Artık akademik kadromuzdan bir adım bekliyorum. Kendi içimizde sıkışıp kalmanın ne bizlere ne de Türkiye’deki antropolojiye katkısı olmayacak. Yapılacak ne varsa hep beraber yapalım. Artık, “antropoloğum” dediğimizde ne yaptığımızı bilsinler istiyorum.

Bu ülkenin insanları bizi tanımıyor. Kim olduğumuzu, ne yaptığımızı bilmiyor. Hatta aynı fakültede okuduğumuz diğer bilimlerdeki öğrenciler bile bizden haberdar değil. Bu nedenle kendimizi bizim dışımızdaki herkese anlatmamız gerekiyor. Yolumuz çok uzun…

*Mehtap CANVER (Sosyal Antropolog)