Yeditepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Antropoloji Bölümü Başkanı Sayın Prof. Dr. Akile GÜRSOY ''un 31 Ekim- 01 Kasım 2002 tarihinde İTÜ''de gerçekleştirilen "Mimarlık ve Felsefe" başlıklı panelde sunmuş olduğu bildiriyi sizlerle paylaşmak istiyoruz.*

 

"Antropoloji, İnsan Yerleşimleri ve Etik" isimli sunuşta, iki ana başlık altında konu işlenmektedir: "Antropoloji bilim dalının insan yerleşimlerine bakışı" ve "Antropoloji bilim dalının etik konulara bakış açısı ve yeni etik kaygılar". İlkin, antropolojinin getirdiği özgün bakış açısına değinilmekte, bilim dalının bazı temel özellikleri üzerinde durulmaktadır. Bu özelliklerin başında toplumsal olay ve olguların incelenmesinde, kültürlerde var olan öğelerin tümünün dikkate alınarak analiz yapılması geldiği ifade edilmektedir. Bir kültürü oluşturan başlıca temel öğelerin neler olduğunu açıkladıktan sonra, bunların insan yapısı çevre ile ilişkilerine değinilmiştir. "Antropoloji, Etik Değerler ve Yeni Kaygılar" başlığı altındaki ikinci bölümde ise, mimarlık, toplumun kültürünü yansıtan, sembollerini yapılarla ifade eden bir meslek olarak ele alınmaktadır. Günümüzde etik konusunun giderek daha fazla önem kazanmasının ne anlama geldiği çeşitli örneklerle sorgulanmakta, ve özellikle antropoloji olmak üzere sosyal bilimler ve tıpta etik alanda yaşanan kaygıların mimarlar, şehir ve bölge planlamacıları için söz konusu olan etik tartışmalarla örtüşüp örtüşmediği sorulmaktadır. Günümüzdeki etik tartışmalarını tüm dünyayı kapsayan ve globalleşme süreci içinde ele almaya çalışan sunumda coğrafi özgünlüğün karmaşık ve önemli olduğu belirtilmektedir.

Mimarlar ve felsefecilerin displinlerarası bir anlayışla ortaklaşa düzenledikleri bu anlamlı ve son derecede zamanlı yapılan toplantıya konuşmacı olarak davet edilmiş olmaktan büyük onur duyuyorum ve buna vesile olan Sayın Şafak Ural''a teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. İstanbul Teknik Üniversitesi''nin Taşkışla''daki bu tarihi binasında Şehir ve Bölge Planlama bölümünde 1980''lerin sonlarında birkaç yıl "Antropoloji''ye Giriş" dersi vermiştim, ve öğrencilerle birlikte değişik boyutlarıyla insan, kültür, insanın yapılandırdığı çevre ve mimari ilişkisi üzerinde düşünme fırsatını bulmuştum. Belki de bu tecrübenin bugün bu toplantıda bulunmamda rolü vardır.

Ben konuşmamda ana hatlarıyla iki konuya değinmek istiyorum:
1. Antropoloji bilim dalının insan yerleşimlerine bakışı
2.Antropoloji bilim dalının etik konulara bakış açısı ve yeni etik kaygılar


Çok yönlü bir programı olan bu toplantıda ilk konuşmacı olmam, öyle sanıyorum ki, antropolojinin bakış açısının çok kapsayıcı, disiplinlerarası yaklaşıma en yatkın, bütüncül ve sosyal bilimler içinde zaman boyutu en geniş bilim dalı olmasından kaynaklanıyor. Antropoloji hem tarihsel bir boyut içinde, yani diakronik analizlerle, biolojik bir tür olarak insanlığın ilk zamanlarına ve varoluşuna uzanmayı hedeflemiş, hem de günümüz insan topluluklarının çeşitliliğine ve değişimine anlam verirken dünyada bugün yaşayan bütün kültürleri senkronik, yani eşzamanlı analizler yaparak kapsamayı amaçlamış.


Antropoloji Bilim Dalının İnsan Yerleşimlerine Bakışı ve Yeni Etik Kaygılar


Bana göre, antropolojik bakış açısının en temel ayırdedici yönlerinden birisi, bütüncül yaklaşım (holistic perspective) olarak ifade edilen, ve bir konuya, olay ve olguya kültürlerde var olan öğelerin tümünü hesaba katarak, bu öğelerin birbirleriyle ilişkilerini ortaya çıkararak açıklama getirmeye çalışan bakış açısıdır. Kültür kavramı, antropologların geliştirmiş oldukları, ancak bugün hemen hemen tüm sosyal bilimcilerin benimseyerek kullandıkları bir kavram. Kültür tanımının pek çok ve birbirinden farklı tanımları var (Bkz. Bock, 1969; Güvenç, 1970; Howard, 1993; Rosman, 1989). Ancak, tüm bu tanımlar kültürün çok kapsayıcı olduğu yönünde hemfikirdirler. Kültürü oluşturan parçalar, yani her kültürde, her toplumda mutlaka bulduğumuz ve olmasını beklediğimiz öğeler, özetle şunlar oluyor (Bkz. Kottak; 2001):


1)  Dil: Bir toplumun temel iletişim aracı ve var olma dayanağı kabul edilen dil, aynı zamanda o kültürün en derin sembollerini de barındırmış oluyor.
2)  Birey, aile ve sosyal gruplar: Her toplum tek tek bireylerden oluşmakla birlikte, başta aile olmak üzere birçok sosyal gruplar aracılığıyla varlığını sürdürüyor.
3)  Gelenek ve görenekler: Her toplumun bir geçmişi, bir tarihi bulunuyor ve zaman içinde yerleşmiş töreler o kültürde çok kalıcı unsurlardan oluşuyor.
4)  Din ve inançlar sistemi: Kültürler, insanlığın varoluşu, var olma sebepleri ve nereden gelinip nereye gidildiği ve ayakta tutulması gereken ahlaki düzenin ne olduğu konusunda içselleştirdikleri inanç sistemleri geliştirmiş bulunuyorlar. Doğum öncesi ve ölüm ötesi ile ilgili inançlar barındırıyorlar.
5) Yönetim şekli: Her toplumda, sosyal grupları, kadınlarla erkekleri birbirleriyle iliş-kilendirerek kendini idare edişini şekillendiren bir yönetim biçimi bulunuyor.
6) Üretim, dağıtım ve tüketim: Üretim biçimi ne olursa olsun, toplumun gerek avcı toplayıcı olarak edindiği, tarım toplumu olarak ekip biçtiği veya endüstri toplumu olarak ürettikleri ile her toplumda insanların yaşamlarını sürdürmek için gösterdikleri faaliyetler bulunuyor. Malların ve hizmetlerin değiş tokuşu da her zaman söz konusu.
7)  Bilgi birikimi, düzeyi ve teknoloji: Her toplumun ulaşmış olduğu bir bilgi birikimi ve teknoloji şekli ve düzeyi bulunuyor. Zaman içinde bazı birikimler geri plana itildiği, unutulduğu gibi, yeni bilgilerin de toplum bilgisine eklenmesi söz konusu.
8) Sanat ve estetik anlayışı: Her kültürün ürettiği bir sanat biçimi, ve bir ahenk, güzellik, ahlak anlayışı ve normları bulunuyor.
9)  Sağlık ve hastalık: Her toplumun kendisine özgü bir sağlıklılık durumu olduğunu görüyoruz. Ortalama ömür beklentisi, bazı hastalıkların var olup olmaması veya yaygınlığı, toplumdan topluma ve bir toplum içinde de zamanla değişiyor.
10)  Fiziki çevre: Her toplum belirli bir coğrafi alan üzerinde yaşamakta, belirli iklim şartlarına maruz kalmaktadır. Bu coğrafi alan belirli sınırlı bir coğrafi bölge olduğu gibi, mevsimlik göçerlerde olduğu gibi her yıl nehirler, dağlar aşılarak yer değişimleri, ya da günümüz işçilerinde olduğu gibi mevsimlik işçilik, veya çalıştığı ülkeye periyodik gidip gelme şeklinde birkaç alana yayılabilmektedir.
11) İnsan yapısı çevre: Her kültürde, insan yapısı bir fiziki çevrede bulunmaktadır. Arkeologların çalışmaları ile tanıdığımız ilk yerleşim yapıları ile bugünkü endüstriyel kentlerde gördüğümüz binalar, yerleşim kompleksleri, hepsi insan yapısı çevrenin parçalarıdır. Evler, mabetler, tapmaklar, mezarlar, kaleler, köy yerleşimleri, barajlar, yollar, duvarlar gibi tüm inşa edilmiş yapılar kültürün insan yapısı çevresini oluşturmaktadır (Güvenç, 1974:107).


Bütüncül yaklaşım çerçevesinde, toplumsal olay ve olgularla ilgili, -yukarıda basitleştirilerek kısaca özetlenen- kültürü oluşturan tüm temel öğelerin birbirini nasıl etkilediğinin, nasıl bir sentez oluşturduğu da hesaba katılarak, analizinin yapılması hedeflenir. Ayrıca, bu sentezin durağan bir durum olmayıp, hem kendi içinde ürettiği dinamiklere, hem de çevre kültürlerle ilişkiler ve etkileşim sonucu sürekli değişime açık bir sistem olduğu göz önünde tutulur. Bu temel öğeler, her toplumda, her kültürde farklı biçimlerde mevcuttur ve antropoloji, bu öğelerin birbirleri arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışır.

Yukarıda sıralanan kültür öğelerinin her birini başlı başına ele alan, inceleyen, gelişmiş bilim dalları mevcuttur. Söz gelimi üretim ve tüketim ekonomi bilimi; yönetim biçimleri siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplinleri, sağlık ve hastalık alanı günümüzde tıp ve sağlık bilimleri tarafından incelenmekte. Kültürlerin incelenmesini konu edinen antropologlar, elbette tüm disiplinlerin bilgi derinliğini kapsamayı hedeflememekte. Ancak, antropologların yapmaya çalıştıkları, söz gelimi sağlık antropolojisinde, bir toplumdaki sağlık ve hastalık durumunun; ayrıca o toplumdaki sağlık ve hastalık anlayışlarının; ve sağlıkla uğraşanların, sağlık sektörünün tüm diğer kültürel öğeler ile nasıl bir bağlantı içinde olduğunu ortaya çıkarmaktır. Benzer bir şekilde, insan yapısı çevreyi incelerken, bu çevreyi oluşturan maddi ve manevi kültür özellikleri üzerinde durur; bir mesleki grup olarak mimarları, mühendisleri, iç mimarları diğer sosyal gruplarla ilişkilendirerek anlamaya çalışır; farklı mimari yapıların neden farklı olduğunu ve o toplumda ne anlama geldiklerini açıklamaya çalışır.

Antropoloji, bir toplumu (kültürü) en ince ayrıntılarıyla, günlük hayatı ve sembolleriyle inceleyen bir bilim dalıdır. Sosyal antropolojinin klasik araştırma yöntemi, incelenen toplumun içinde en az bir yıl, yani dört mevsim kalarak, bizzat o toplumun içinde yaşayarak, katılımcı gözlem tekniği ile bilgi toplamaktır. Bu yöntem bize, doğduğumuzdan itibaren gözümüzün önünde olan ve içinde yaşadığımız en sıradan olay özgünlüğünü fark etmemizi; dikkat çekmeyecek kadar basit bulduğumuz şeylere eğilip, onun toplumsal anlamı üzerinde durmamızı sağlayan bir bakış açısı verir. Antropolojik araştırma bir sondaj yapmaya benzer. Derinlere inen, odaklanmış ve ayrıntıların önem kazandığı bir bilim dalıdır.

Günümüz kültürlerini anlamaya ve açıklamaya çalışan bu yoğun inceleme yönteminin yanısıra, antropoloji bilimi, kültürleri zaman perspektifi içinde de ele almaya çalışmaktadır. İnsanlığın evrelerini çok kaba hatlarıyla hatırlarsak; bundan iki milyon yıl kadar önce insanın ataları kabul edilen homo sapiens türünün bitkileri toplayarak, avlanma faaliyetlerini sürdürerek ve mağaralarda yaşayarak varlık gösterdikleri bilinmektedir. Günümüzden 20.000 ile 10.000 yıl önce ise küçük topluluklarda sistemli gıda üretimi, yani tarım ve hayvancılık gelişmiştir. Günümüzden 5000 yıl kadar önce de tarıma dayalı yaşam biçimleri, köy yerleşimleri görülmektedir. Tarıma geçiş gibi, kültür tarihimizdeki büyük devrimler, buzulların erimesine de yol açan mega iklim değişiklikleri ile bağlantılı olmuştur. Sistemli tarım ve artık ürünün gerçekleşmesi sonucu, giderek Me-zapotamya, Çin, Mısır, Maya gibi büyük uygarlıklar ve kent yerleşimleri ortaya çıkıyor. Genellikle göz ardı etmemize rağmen, aslında doğa güçleri kültürel devrimlerin gerçekleşmesinde, sosyal değişimde çok büyük bir rol oynamıştır.

Bugün tüm dünya kültürlerini şu ya da bu şekilde içine çekmiş olan endüstri devrimi ve bununla bağlantılı hızlı kentleşme ise bundan sadece 300-350 yıl kadar önce başlamıştır. En önemli devrimlerden birisi olduğu söylenen bilgi, enformatik çağının ise günümüzden sadece 30-50 yıl kadar önce başlamış olması, son derecede hızlanmış bir sosyal değişimin hem içinde, hem de eşiğinde olduğumuzun ipuçlarını veriyor. Tüm bu değişimler; insan yapısı çevreyi, bu çevrenin anlamını, fonksiyonunu ve yeniden yapılandırılmasını kaçınılmaz bir şekilde etkileyecek olan değişimlerdir. Fark etmemiz gereken önemli bir konu ise, değişimin başdöndürücü boyutlarda hızlanmış olmasıdır. Birkaç örnek vererek bu değişimin ne kadar kapsayıcı olduğunu vurgulamak istiyorum.

Yaşam beklentisine bakarsak; bundan 100 yıl kadar önce 30 yıl civarında olan ortalama ömür, tüm dünyada çok artmış, birçok sosyal grup arasında bugün 70 yaşlarına kadar çıkmıştır. Yani, bundan sadece bir asır kadar önce 35 yaş ömrün sonlarına yaklaşıldığına işaret ederken, bugün bu yaş, birçok sınıflandırmaya göre orta yaş bile sayılmamaktadır. Tüm dünyada yaşlıların hem sayısı, hem de toplum içindeki oranı artmıştır. Bu gerçeğin pek çok sosyolojik yansıması vardır, bunlardan bir tanesi de insan yapısı çevreye yansımaktadır. Hem gelişmiş, hem de az gelişmiş ülkeler olmak üzere tüm dünyada yaşlılar için özel olarak yapılan barınaklar, evler artmıştır. Ülkemizde kırsal alanda içgöçlerle içi adeta boşalan pek çok köy, yaşlılara ve çocuklara terk edilmiş gibidir (Oğuz, 2003; Taşçı, 2003).

Yüzyıllardır yeryüzünde nadir bir tür olarak yaşayan insanlar, önce tarım devrimi ve daha sonra endüstri devrimi ile büyük bir nüfus artışı göstermiş ve bugün dünyadaki nüfusu 6 milyarı geçmiştir. Bu nüfus artışına paralel olarak, kentleşmenin hızı da artmıştır. 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarında kentler ve kent yaşamı daha çok endüstrileşen ülkelere özgü bir yerleşim ve yaşam biçimiyken, 20. yüzyılın ortalarından itibaren kentlere büyük kitlelerin akımı kaçınılmaz bir sosyal olgu haline gelmiştir. Sosyal bilimciler, bu akışın kentlileşme mi, yoksa kentlerin kırsallaşması mı olduğu sorusunu sormaktadır (Erder, 1999). Kentsel nüfusun ortalama yıllık artış hızı 1990-1998 arasında sanayileşmiş ülkelerde 0,7 iken; gelişmekte olan ülkelerde 2,9; az gelişmiş ülkelerde ise bu oran 4,3 olarak hesaplanmıştır (UNICEF, 2000:103). Kentlerdeki bu nüfus artışı, kentlerin büyümesi ve yeni kentlerin oluşması, kaçınılmaz olarak insan yapısı çevrenin oluşmasındaki etik uygulamaları da etkilemektedir.

Son 30-40 yıl içinde dünyada yoksullarla zenginler arasındaki uçurum da giderek büyümüş ve yaygınlaşmıştır. Güney ve Kuzey ayırımı olarak adlandırılan bu fark çok çarpıcıdır. Bir uçta yaklaşık toplam 850 milyon insanı barındıran sanayileşmiş ülkelerde 1997''de kişi başına gayri safi milli hasıla ortalama 27,50 ABD $ iken; 615 milyon civarında insanı barındıran diğer az gelişmiş ülkelerde bu sayı sadece ortalama 256 ABD $''dır. Diğer taraftan, 4 milyar 800 milyon nüfus ile dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan, Türkiye''nin de içinde bulunduğu, ve gelişmekte olan ülkeler olarak sınıflandırılan ülkelerde ise kişi başına düşen gayri safi milli hasıla ortalama 1300 ABD $ olarak hesaplanmaktadır. Ülkelerin kendi içlerinde de büyük gelir farklılıkları mevcuttur. Dünya Bankası verilerine göre, 1990-1996 arasında, gelişmekte olan ülkelerde toplumun en düşük % 40''lık kesimi hanehalkı gelirinden % 15 oranında yararlanmakta, en yüksek % 20''si ise % 51 oranında pay almaktadır (UNICEF, 2000:87). Bu farkların etik ve estetik alana yansımaması mümkün değildir.

Küreselleşme (globalleşme) olarak adlandırılan, kavramlaştırılan değişimlerin pek çok sonuçlarından birisi de kentlerde ve önemli yollar üzerinde yeni bir anlayışla büyük alışveriş merkezlerinin inşa edilmesi olmuştur. Eski çarşı, pazar ve alışveriş merkezlerinden farklı kuralları da getiren bu kompleksler yeni güç odaklarının belirlenmesi ve sembolleşmesine de katkıda bulunmaktalar. Tüm insanları içlerine almasalar da büyük bir kesime, kitlelere hitabediyorlar. Sosyal araştırmalar, bu tür mekânların bazı gruplar için dışlayıcı olduğunu gösteriyor. Dışlama ölçütü ise estetik, ithal estetik mi, sorusu kaçınılmaz olarak karşımıza çıkıyor. Bu mekânlarda yapılması gerekenler, yapılabilenler ve yapılamayanlar var. Türkiye söz konusu olduğunda, İstanbul''da Capitol, Galeria, Ak-merkez; Ankara''da Atrium; İzmit yolu üzerinde Outlet Center ve Özdilek''te görüldüğü gibi pek çok örnekleri bulunan bu modern alışveriş komplekslerinde güvenlik önlemleri eski alışveriş merkezlerine kıyasla çok daha fazla önem kazanmış durumda. Giriş çıkışlar kontrollü, ayrıca davranışlar da denetleniyor. Buraya gelen, ya da gelemeyen insanların da bu kaygıları içselleştirdikleri gözlemleniyor. Mesela, yan sokaktaki bakkala üstü başı dağınık gidebilen birisi, bu merkezlere daha itinalı, daha bakımlı gitmesi gerektiğini düşünüyor (incirlioğlu, 1999; Ünal, 2002).

Küresel konseptler olarak bu yeni yapı komplekslerinin oluşmasında mimarların ve şehir bölge planlayıcıların rolü nedir? Onlar bu yeni mekânların psikolojisinin, toplumsal anlamının bilincindeler mi, farkındalar mı? Mimarların ürettiği tüm yapılar, toplum dinamikleri içerisinde belirli anlamlar taşımakta. Binalar ve yapılar ilk etapta sadece fonksiyonları göz önüne alınarak inşa edilseler de, sonuçta kültürel semboller olarak karşımıza çıkmakta.

Öyle görünüyor ki çağımızdaki yeni savaş biçiminde, terör eylemlerinde kent merkezlerindeki semboller hedefleniyor. 11 Eylül''de New York''ta ikiz kulelerin ve Pentagon''un hedeflenmesi; 2002''de Moskova''daki opera binasında eylem yapılması bu görüşü destekleyen örnekler. Gerek sermaye ve ticaret sembolleri olarak ikiz kuleler, gerekse müzik kültürü merkezi olarak opera binası, Amerikan ve Rus kültürünün önde gelen güçlü vurguları. Buna ilave olarak, 2003 yılı Irak savaşında koalisyon güçlerinin Bağdat müzesinin talan edilmesine müdahele etmemeleri, seyirci kalmaları örneğini verebiliriz. Kültürler arası savaş tezi doğruysa, karşı kültürün en değer verdiği sembollerin, öz-deşleştirildiği değerlerin öncelikle hedeflendiği tezini söyleyebiliriz.

İnsanlar inşa ettikleri binalar aracılığıyla pek çok duygu ve düşünceyi aktarmaya çalışmışlar. Mesela, İstanbul''da 2000''lerin başında temeli atılan, Selçuklu dönemi mimarisinden esinlenilerek ve o dönem medrese konseptlerinden yararlanılarak inşa edilen Yeditepe Üniversitesi''nin Kayışdağı yerleşiminde fakülte binalarının giriş kapıları son derecede yüksek, geniş ve görkemlidir. Giriş kapıları binaların üst yüksekliğine eşit boyuttadır. İnsan girip çıkarken bu kapıların haşmeti altında kalmaktadır. Zaten bu tasarımla anlatılmaya çalışılanın, bilgi ve bilim karşısında insanın ne kadar küçük olduğunun hatırlatılması, ve akademisyenlerle öğrencileri bilim karşısında tevazuya davet etmesi olduğu ifade edilmektedir.

Aslında, belirli bir iddia ve ruhla yapılan tüm binalarda bir kültürün anlatmak istedik-leriyle karşılaşırız. Ankara''da Anıtkabir, İstanbul''da Topkapı Sarayı, Hindistan''da Taç Mahal ve Elefantin Adası Tapınakları, Göreme''deki yeraltı kentleri, ispanya''da Gaudi''nin bahçeleri ve evleri, Londra''da Hyde Park, VVestminster Abbey gibi tüm yapıtlar ana hatları ve ayrıntılarıyla bize o kültürü, normları, özlemleri anlatır, değerlen yansıtır, hatta kaygıları dile getirirler.

Sadece görkemli binalar ve kompleks yapılar değil, çok sıradan ve en küçük evler bile onları inşa eden kültürü tüm yönleriyle yansıtmaktadır. Mesela, Afrika''da Uganda, Sudan ve Kenya arasındaki dağlarda yaşayan Ik Kabilesinin dağ köylerindeki çalıdan yapılmış kulübeler, yine çalılardan yapılmış duvarlarla çevrilidir. Girebilmek için iç ve dış duvarlarda odok ve asak adındaki kapı aralarından geçilir. Bunlar hem dar, hem de geçerken yetişkin bir insanın ayakta duramayacağı kadar alçaktır. Kapıların böyle yapılmasındaki sebep güvenlik kaygılarıdır. Kapıdan girenler tek tek geçmek ve eğilerek girmek zorunda kalmaktadır (Turnbull, 1974:100).

Antropoloji''nin Etik Değerlere Bakış Açısı ve Yeni Etik Kaygılar

Kültürlerin değerlerini, sembollerini somut yapılar olarak şekillendiren mimarları bağlayan etik değerler, mesleki kurallar nelerdir? Ben bu soruyu burada sadece soracağım, cevaplamaya çalışmayacağım. Mimarlar, kent mimarları ve şehir planlayıcıları, günümüzde tıp doktorları kadar olmasa da mesleki yetkinliklerini, sınırlarını çok iyi çizmiş, toplum içinde etkinliği, saygınlığı olan bir meslek grubu.

1940''lı yıllarda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Birleşmiş Milletler tarafından kaleme alınırken, bugün olduğu gibi o gün de dünyadaki en büyük Antropoloji Derneğine ve meslek organizasyonuna sahip olan Amerika Birleşik Devletleri''nin üyesi antropologlar bu çalışmalardan uzak durdular, katılmadılar. Tüm dünya kültürleri için geçerli olacak tek tip, homojen değerler olabileceğini düşünmüyorlardı. Ahlak anlayışının, etik değerlerin, tüm diğer kültür öğeleri gibi, o kültürün özgün ifadesi içinde değişeceğini söylüyor, kültürel görecelik (cultural relativity) kavramını ileri sürüyorlardı. Ancak, 1980''lerden itibaren dünyada antropologlar, giderek Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinin kurallarının üstünlüğünü ve evrenselliğini kabul etmeye başladılar. Hatta, son on yıl içinde ABD''deki Antropoloji Derneği (American Anthropological As-sociation), antropologlara, inceledikleri kültürlerde rastladıkları insan hakları ihlallerini özgün kültürel uygulamalar olarak algılayıp mazur görmenin mümkün olmadığı görüşünü benimsemelerini ve insan hakları ihlallerine karşı mücadele etmelerini öğütledi.

Son yıllarda, etik konusu tüm meslek grupları ve uğraşlar açısından büyük önem ve görünürlük kazandı. Tüm dallarda etik komitelerin, komisyonların sayıları arttı, kapsamları genişledi ve söyledikleri daha dikkatle izlenir oldu. Bu artışın pek çok sebebi var. Bunlardan bir tanesi moleküler biyolojide, Nobel ödülünü alan VVatson ve Creek (ve aslında, Nobel ödülünü alamamış olsa da Rosalin Franklin''in) DNA''nın yapısıyla ilgili buluşları ve daha sonra insan genom projesinde katedilen yol sonucu insan klonlanması dahil pek çok yeni buluşun etik sonuçlarının acilen göz önüne alınmasını gerekliliği. Tabii ki etik konulara ilginin artması, insanların ahlaki boyuta daha önem verdikleri anlamına gelmiyor. Belki de tam tersi, teknolojide ulaşılan başdöndürücü noktalar sonucu insanlar pek çok hayalini gerçekleştirebilme noktasına geldi ve bu gücün ahlaki yönünün, sonuçlarının ne olacağına dair korkuları ön plana çıkarmaya başladı, iletişim teknolojisinde cep telefonu, bilgisayar devrimi, televizyon kanallarındaki artış gibi göz kamaştırıcı gelişmeler, insanları birbirine hem çok daha yaklaştırmış, hem de bir sava göre daha da yalnızlaştırmış; sanal dünyalar felsefesinin ve gerçekliğin ne olduğunun sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir.

Etik konusunda söylenip yazılanların tüm dünyada artması ve konunun giderek daha da önem kazanması, belki de artık büyük çaplı bir ahlaki erozyona uğramamıza dayanıyor, insanların savaşa en yakın oldukları anlar, barıştan en çok söz edilen zamanlardır. Bundan yüz yıl kadar önce çevre kirliliği kamu oyunda ve bilimsel gündemde hemen hiç yer tutmuyordu. Oysa, yirmibirinci yüzyılın başlarında etik, çevre kirliliği ve barış konuları bizleri fazlasıyla meşgul ediyor.

Mesleki etik konusunu, antropoloji bilim dalında gündeme gelen etik açılımlardan ve kaygılardan söz ederek dile getirmek istiyorum. Sosyal, kültürel antropoloji bilim dalının başlıca uğraşı, geçmiş ve günümüz kültürleri üzerinde araştırma yapmak ve insan topluluklarını anlamamıza bilimsel katkıda bulunmaktır. Özellikle günümüz toplumlarında yapılan araştırmalar sonucu incelenen toplum, antropoloji bilim dalının geliştirdiği araştırma yöntemleri ve araştırmacının becerileriyle şeffaflaşıyor, gizemleri, sembolleri, güç odakları ve zayıflıkları, çelişkileri mercek altına alınmış oluyor. Araştırmacının bu gücünü denetleyecek, özellikle uygulamalı antropolojide olduğu gibi bu bilgiyi toplumu değiştirmek veya belirli yöne çekmek isteyecek olan politikalar ve uygulamalar karşısında mesleki etik kurallar geliştirilmiş durumda.

Antropolojide, incelenen topluma zarar vermemek en önde gelen etik kaygı. Toplumun iç ilişkilerinde, dıştaki imajında olumsuzluk yaratmamak, incelenen toplumu, bireyleri araştırmadan doğabilecek zararlar karşısında korumak. Onların menfaatlerini gözetmek. Araştırmacı, yürüttüğü araştırmadan dolayı ortaya çıkabilecek sonuçlardan sorumlu olmak durumunda. İncelediği toplumun imajı konusunda da duyarlı olması bekleniyor.
Mesleki etik kuralları açısından bilgilendirilmiş onam (onay), gönüllü rıza konusu da çok önemli. Yani, incelenen topluma, topluluğa, bireylere araştırmacının kendisini açık bir biçimde tanıtıp araştırmasının boyutlarını açıkladıktan sonra, devam edebilmek için onların bu konuda gönüllü rızasını almak durumunda. Araştırmanın finans kaynakları, kim olduğumuzu, ne yapmak istediğimizi, bu araştırmanın niye yapılmak istendiğini etraflıca anlatmak gerekiyor.

Antropoloji geleneğinde genellikle gelişmiş ülkeler az gelişmiş ülkelerin kültürlerini incelemiş oldular. Yani, güçlü olan güçsüz olanı incelemeye almış. Dolayısıyla etik kaygılar dengesiz güç ilişkisini hesaba katmak zorunda. Son 10-20 yıl içinde, Batı''da geliştirilen etik duyarlılıkları yeterli bulmayan, ve kendi ülkelerinin koşullarını hesaba yeterince katılmadığını düşünen Hindistan gibi üçüncü dünya aydınları, araştırma kurallarını belirleyen yeni etik bildirgeler oluşturdular (Bkz. CEHAT). Sosyal bilimlerde izlenen bu canlılık, bilmiyorum mimarlık, mühendislik ve şehir ve bölge planlamacılarında da görüldü mü?

Mimarları, kent ve bölge mimarlarını, planlayıcılarmı ilgilendiren etik kurallarında topluma zarar vermemek, inşa edilecek tüm yapılarda toplumun tümünü gözetmek gibi kaygıların yattığı söylenebilir. Deprem bölgelerinde dayanıksız, uygun olmayan malzeme kullanılması, uygun olmayan zeminlere inşaat yapılması gibi açık suistimallere giren durumların etik anlayışla bağdaşır yanı yok. Ancak, etik konular her zaman bu kadar kesin ve açık olmayabiliyor. Mesela, Finlandiya''da çevreci mimarlar, ağaç tepelerinden daha yüksek seviyedeki katlarda oturmanın insan doğasına aykırı olduğunu ve çok katlı bloklarda yaşayanların bir psikolojik bedel ödediklerini düşünüyorlar. Bu tür kaygılar, dünya genelinde ne kadar paylaşılıyor, uygulamalarda ne kadar hesaba katılabiliyor?

Avrupa Birliği''nin mimaride etik anlayışı çerçevesinde, inşa edilecek yeni bir yapının, mevcut yapının güneşini, manzarasını engellemesi halinde bu zararın telafi edilmesi gerektiği anlayışı var. Planlanan yapıların toplum dinamikleri içinde ne anlama geldiğinin, nelere yol açtığının hesaplanması ve bilinmesi gerekiyor. Ayrıca, sadece insanlara değil, çevreye, yani doğal fauna ve floraya zarar vermemek de mimarlar açısından çok gündemde etik konular. Çağımızda, bilgisayar teknolojisinin sunduğu imkanlarla küçük ölçekli işyerlerinin, ofislerin giderek evlere taşınması teşvik ediliyor. Tüm yaşam alanlarımız aslında devrim niteliğinde bir değişime uğruyor. Yapılan okulların, kentteki parkların, otoparkların, hastanelerin, işyerlerinin ve hapishanelerin inşa edilirken hangi değerlerin gözetilmesi gerektiği yeni etik normlar açısından masaya yatırılmış durumda.

İçinde yaşadığımız kültürün gözle görünür yapılarını ve çevre yapılanmalarını şekillendirenleri belki de her zamankinden fazla sorumluluklar bekliyor. Bu sorumlulukların neler olduğunu, boyutlarını tartışmak ve kendi bulunduğumuz noktanın özgünlüğünü anlayabilmek bakımından da bugünkü toplantının düzenlenmiş olmasını çok olumlu buluyorum ve sözlerimi bitirirken toplantıyı düzenleyenleri kutluyorum.


Kaynaklar
 

AAA, American Anthrhopological Association, Code of Ethics of the American Anthropological Association, Appro-ved June 1998, http://www.aaanet.org/committees/ethics/ethcode.htm (18 Mayıs 2003).

Aktan, Coşkun Can, ARI Düşünce ve Toplumsal Gelişim Derneği, Ahlaki yeniden yapılanma ve toplam ahlaka doğru: 2- Meslek Ahlakı ve Sosyal Sorumluluk, istanbul, Mayıs 1999.

ASA, Association of Social Anthropologists of the UK & the Commonwealth, ASA Ethical Guidelines for Good Research Practice, http://lesl.man.ac.uk/asa/Ethics/ethics.htm (18 Mayıs 2003).

Ateş, Metin, vd. "Sağlık Yönetiminde Etik", Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, J. Ulusal Tıbbi Etik Kongresi, Bildiriler Kitabı, Kocaeli, Haziran 1999.

Aydın, Erdem, Tıp Etiğine Giriş, Pegem Yayıncılık, Ankara 2001.

Bock, Philip K., Modern Cultural Anthropology, Alfred A. Knopf, New York, 1969.

Braudel, Fernand, A HistoryofCivilizations, Penguin Books, 1987.

CEHAT, National Committee for Ethics in Social Science Research in Health (NCESSRH) Ethical Guidelines for So-cial Science Research in Health, CEHAT, Mumbai, India.

Cornman, Jack, AAA Board Okays Publications Committee and Revievv of Ethics, Anthropology Newsletter, American Anthropological Association, Vol. 35, No. 3, March 1994.

Erder, Sema, Ümraniye, istanbul''a bir Kent Kondu, iletişim Yayınları, 1998.

Ersoy, Nermin, Gündoğmuş, Ümit, der. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1. Ulusal Tıbbi Etik Kongresi, Bildiriler Kitabı, Kocaeli, Haziran 1999.

Gürsoy, Akile, "Sağlık Gençlik, Güzellik" ve "Nüfusu Planlamak", Üç Kuşak Cumhuriyet, Tarih Vakfı Yayınları, istanbul 1998.

Gürsoy, Akile, "Kadınların Hasta Hakları", Kadınların Gündemi, der. Nejla Arat, Say Yayınevi, 1997.

Güvenç, Bozkurt, insan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 1970.

Hekimler Birliği Vakfı, Türkiye Klinikleri, Tıp Etiği, Cilt 8, ISBN: 1302-8022, Ekim 2000.

Howard, Contemporary Cultural Anthropology, Harper Collins College Publications, 1993.

Ida, Ryuichi, International Bioethics Committee, Tıp Etiği, Hekimler Birliği Vakfı, ISSN: 1302-8022, Cilt 8, Sayı 2, Ekim 2000.

İncirlioğlu, E. 0., "Cultural Diversity, Public Spaces, Aesthetics and Power", European Journal of Intercultural Studi-es, Vol. 10, No. l, (51-61).

Kottak, Conrad Phillip, Antropoloji, Çev. Sibel Özbudun ve Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü Öğretim Üyeleri, Ütopya Yayınevi, 2001.

Larson, Gary, The Pre-History of THE FAR SİDE, A lOth Anniversay Exhibit, Warner Books, 1990

Miller, Marc S., State of the Peoples, A Global Human Rights Repon on Societies in Danger, Bacon Press, Boston, 1993.

MRA Centre, Asia Plateau, Ethical Values in Health Çare, A Report of An International Conference, January 1998, Maharashtra, India, 1998.

Oğuz, Kadir, "Türkiye''de içgöçün Kırsal Alanda Yarattığı Değişim: İçel Melleç (Demirören) Köyü Örneği" T.C. Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Antropoloji Bölümü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, istanbul 2003.

Pandya, S. K., vd. Ethical Values in Health Çare, Conference, Mumbai-400 034, Chintanahshar Grafics, Mumbai, 1998.

Pelletier and Perez-Gomez, Alberto, der. Architecture, Ethics and Technology, 1994.

Roberts, J. M., The Earliest Men and Women, An lllustrated World History l, Peuguin Books, 1980.  

Rosman, Abraham and Rubel, Paula g., The Tapestry of Culture, Random House, New York, 1989.

Scuton, Roger, A Dictionary of Political Thought, Pan Reference, 1982.

Skomal, Susan N., "Lessons for the Field - Ethics in Fieldwork", Anthropology Newstetter, American Anthropological Association, Vol. 35, No. 5, May 1994.

Smith, Michael, Beyond the Bottom Line, "Towards A Social And Ethical Commitment For Business, The Industrial Pioneer", For a Change Magazine, 2000.

Soyer, Ata ve Balta, Evren, Hekimlik, Tıbbi Etik ve insan Hakları - Uluslararası ve Ulusal Belgeler, Türk Tabipleri Birliği, 1996.

Taşçı, Özgür Ecevit, "Kırsal Kalkınmada Köykent Yaklaşımı: Mesudiye ''Çavdar ve Yöresi Köyleri Köykent Projesi'' " T.C. Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Antropoloji Bölümü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, istanbul 2003.

Turnbull, Colin, The Mountain People, Picador, Pan Books Ltd., 1972.

Ünal, Arzu, "On Shopping Malls in izmit: Cases of Özdilek & Outlet Genler", Yeditepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü, Yayımlanmamış Lisans Mezuniyet Tezi, 2000.

UNICEF, Dünya Çocuklarının Durumu2000, ISBN 90-806-3548-4, Ankara 2000.

UNICEF, Dünya Çocuklarının Durumu 2002 Önderlik, ISBN 92-806-3727-4, Ankara 2002.

*Bu bildiri "Etik-Estetik / Yapı-Endüstri Merkezi A.Ş. / İstanbul, 2004" yayınlanmıştır.

Positive SSL